top of page

#TURP RAPORU#


Farzettin düşüncelidir. Efendisinin üstüne gelen siyasi rakiplerine cevap yetiştirmek için yeni şeyler bulması istenmiştir. “buldum!”  diye yerinden zıplar.

“Turp” sözcüğü hem söylemesi eğlenceli hem de ders verir gibi” diye kendi kendine düşünürken “aklına turrp sıkıyım” deyiverir seslice. Biraz fazla seslice olmuş olmalı ki sekreteri kapıyı tıklattıktan sonra komut beklemeden hemen açarak “bana mı seslendiniz efendim?” der.

-          Hayır! Sana demedim.

-          Peki efendim!

“Tuurrrrppp” diye yine uzatarak söyler kelimeyi.

 

Farzettin’in Fahrettin isminde bir arkadaşı vardır. Onunla konuşarak deneme yapmaya karar verir. Cep telefonundan arar Fahrettin’i.

 

-          Alo! Faro

-          Efendim Farzo

(aralarındaki hitabet şekli budur)

-          İsmine cismine, hışmına hasmına; cümle zürriyetine ve cibilliyetine turrrp sıkıyım Faro.

-          Hı! Ne diyon lan?

-          Yok kardeşim alınma üstüne, deneme yapıyorum; bu turp kelimesinin söylenişiyle ilgili.

-          Yine anlamadım ya, neyse.

-          Hay senin anlayışına da turp sıkıyım, he he he.

 

Farzettin keyiflenmiştir, hemen çalışmaya koyulur. Günün sonunda bir “turp” dosyası hazırlamıştır efendisi için.

İşte “turbun büyüğü heybede” ile başlayıp “turp sıkmak”, turp yemek” “turp gibi” deyimlerine, atasözlerine kadar ne varsa kullanılabilecek, yazmış ve kullanım şekillerini, yerlerini, zamanlarını da bir iletişim ustası olarak rapor etmişti. Yani imzasını atmıştı. Hatta araştırınca daha önce hiçbir yerde hiç kimseden duymadığı bir deyim pek hoşuna gitmişti.

 

“ Turbun sıkısından seyreği iyidir”

“Bıkkınlık olmasın diye ara sıra görüşmek, sık görüşmekten daha iyidir” manasına gelen bu deyimi efendisi acaba biliyor muydu.? Biliyordu da ondan mı seyrek çağırıyordu artık yanına. “Amaaann neyse” dedi…

 

Raporu götürdü ve beklemeye başladı. Uzun Kral Farzettin’e hiç haber vermeden (teşekkür bile etmemişti) bir tanesini kullanıverdi.

Yerinde gözü olduğunu düşündüğü bir siyasetçiye üst üste davalar açmıştı. Bir kere rüyasında; “gözünün üstünde kaşı var” gerekçesiyle dava açmıştı da, uyanınca rüyayı hatırlayıp “ o kadar da değil” demişti. ‘Bu kadar dava ona yeter, uğraşsın dursun’ diyordu.

İşte bu davalarla ilgili konuşurken (halka hitap ederken) “benimle ne ilgisi var; turbun büyüğü heybede” deyivermişti. Herkese biraz tuhaf gelmişti bu cümle ama çıkmıştı ağızdan bir kere.

            Farzettin önce sevinmişti rapordan bir turbu kullandığı için ama sonra niye devamını getirmiyor diye söylenmişti. Bir cesaret telefona sarıldı efendisinden randevu istedi. Uzun Kralın özel kalem müdürü:

-          Ne vardı, Farzettin, niye görüşmek istiyorsun?

-          Müdürüm! Çok önemli bir konu, geçen hafta ilettiğim raporla ilgili.

-          Turp Raporu mu?

-          Evet ama efendimizin yapacağı konuşmaları daha etkili kılacak bir ek çalışma gibi düşünün. Yani şifahi aktarmam gerekiyor.

-          İyi bekle, bir ileteyim, bugün müsait.

-          Bekliyorum efendim!

Bu bekleyiş tam iki saat otuz altı dakika sürmüştü. Farzettin telefonu elinden bırakamıyor, kulağından uzaktayken ; ‘belki duyamam, kaçırırım’ diye çok uzun kulağında tutuyor; hem eli hem kulağı aslında vücudunda her yeri ter basıyor, su bile içemiyordu. Nihayet özel kalem müdürü:

-          Farzettin Bey, tamam!

-          Buyrun benim, şey pardon tamam mı?

Telefonda çok beklemişti ama böyle hemen beklemiyordu görüşmeyi. Müdür devam etti:

-          Tamam dedim ya bugün müsait, hemen gelin!

-          Hemen efendim.

Efendisi hemen gelsin der de Farzettin durur muydu, hemen fırladı yerinden, çantasını, telefonunu aldı, terini bile silmemişti. Öyle ki sırtı ve pantolonunun arka bölümü terden ıslanmış, tuhaf görünüyordu. Hatta saçlarının dağınıklığı, ayna karşısında bir toparlanma isteyen paspal haliyle birleşince gülünç görünüyordu. Sekreterinin arkasından şaşkın şaşkın baktıktan sonra kendini tutamayıp gülmesi de bunun kanıtıydı.

Uzun Kralın yönetiminde ülkenin her yerinde tüm dairelerde ve özellikle de Farzettin’in idare ettiği dairede çalışanlar gün geçtikçe daha ürkek bir hal alıyorlar; ne herhangi bir konuda uzun konuşuyorlar (kendi aralarında bile) ne de çalışmayı eğlenceli hale getirecek şakalaşma gibi aktivitelere giriyorlardı. Durum böyleyken amirleri hakkında konuşmaktan, onlara gülmekten (gülümsemek bile tehlikeliydi) korkmayan memur yoktu. Her yer kameralarla doluydu ve kameralar sanki sadece bunun içindi. Sekreter de bunları bildiği ve aynı korkuları yaşadığı için kendi gülüşünden korkup, ağzını eliyle kapatmıştı.

 

            Şoförü kapıyı açmış  beş dakikadır başı yerde, Farzettin’in gelip arabaya binmesini bekliyordu. Aynı korkular onda da olduğu için yüzüne bakmamaya çalışırdı.  Adamın adeti, insanın yüzüne bakarsa baştan aşağıya bir süzer her şeyi görürdü. Farzettin de pantolon fermuarını çok sık açık bırakır adam gördükçe gülesi gelir, uyaramaz da, yol boyu aklına geldikçe kendini zor tutardı. Bu durumları önlemek için bir süre önce Farzettin’ e hiç bakmamaya karar vermişti. Yere bakmasının nedeni de buydu. Kapıyı açıyor, yere bakarak bekliyordu. Başkası binse fark etmeyecek, Uzun Kral’a kim bilir kimi götürecekti. Farzettin de bunu saygıdandır diye değerlendiriyor, haz duyuyordu. Şoförün beş dakikadır öyle beklemesinin nedeni Farzettin’in geç kalmasıydı ve geç kalmanın nedeni de; kapının önünde bekleyen bir adamın Farzettin’e bakıp gülmesi (elbette kim olduğunu bilmeden) ve Fartzettin’in de karşılık vermesiydi. Aralarında şöyle bir diyalog geçmişti. Adamın gülmesi üzerine zaten hayli yorgun ve kafası başka yerde olan Farzettin düşünmeden konuşmuştu:

 

-          Ne gülüyorsun, açıkta bir şey mi gördün?

-          Yok açıkta değil ama ıslak!

Farzettin bu cevap üzerine sinirli ve hızlı adımlarla arabaya yürümüş ve şoför yine hiçbir şey görmemişti. Ciddi ciddi arabayı sürüyor Farzettin’e dikiz aynasından bile bakmıyordu.

Bir ara Farzettin’in hissettiği ıslaklık, sessizliği bozdu, duyulur biçimde:

-          Ulan hale bak, adam haklıymış ya!   

-          Kim efendim adam, ben değilim değil mi?

Farzettin personelin kendisinden korkmasına bayılıyor ancak korkunun bu sünepe hali hoşuna gitmiyordu, adamı tersledi.

-          Sana demedim, önüne bak!

 

Kurumasını beklemek istedi ama geç kalmak da istemiyordu. ‘Dışarıda kurur girene kadar’ diye geçirdi içinden. Sarayın bahçesine girdiklerinde Şoför, ‘nerede ineceksiniz efendim’ diye sordu. ‘  Birinci hizmet binasının girişinde bırak, sen otoparka gidersin sonra’ cevabını aldı.

Birinci hizmet binası Saray yerleşkesinde Uzun Kral’ın konutundan ayrı, ailesiyle birlikte vakit geçirebileceği yaşam alanlarının bulunduğu ama yakın çalışanlarının bürolarının da bulunduğu en özel nitelikli hizmet binasıydı.

            Farzettin, arabadan indi ve kimse görmez inşallah diye mırıldanarak içeriye yöneldi. Aslında terli bölge kurumaya yüz tutmuştu ama izini bırakmıştı ve görüntüden daha beteri koku izi idi. Farzettin seviyesinde bir memurdan beklenmeyecek bir hataydı bu. Geç kalmayayım diye koşturan Farzettin bir lavaboya bile uğramayarak “ kokak” damgasını yemeyi göze almıştı. Nitekim Farzettin’i tanıyanlar, yanından geçerken selam veriyor, geçtikten sonra burunlarını tutuyorlardı.

Nihayet efendisinin odasının bulunduğu kata geldi, asansörü tercih etmemişti ama yine de ne kadar çok insanla karşılaşmıştı. Bu insanların işi gücü yok muydu, ne diye ortalıkta dolanıyorlardı.

Özel kalem müdürü kapıda karşıladı Farzettin’i. Özellikle değildi; adam biraz dolaşmak istemiş ve birden karşısında Farzettin’i buluvermişti.

-          Hoş geldiniz Farzettin Bey, efendimiz şu an dinlenmede ben sizi sekreter hanımın yanına alayım.

-          Tabii efendim

Uzun Kralın bir özel kalem müdürü üç  de sekreteri vardı. Dördünün de görevleri ayrıydı. Uzun Kral buna çok dikkat ediyordu. Hem kendisinin itibarını gösteriyor hem de arayanları gruplara ayırarak tilkilerin kuyruğunu birbirine değdirmiyordu.

İfade aynen böyleydi: “ açık ve net ifade edeyim ki tilkilerin kuyruklarını birbirine değdirmemek lazım!”

Farzettin beklerken koku yayıldı da yayıldı, herkesin burnuna gitti. Özel kalem müdürü hemen odasına çekildi. Üç sekreterden Farzettin’in emanet edildiği ve ona en yakın oturanı sürekli kolonya döküyor Farzettin’  e de uzatıyordu. Diğer iki sekreter, kokuyu almış ama pencereleri açmış, hava alıyorlardı.

Nihayet Uzun Kral dinlenmiş, kendini iyi hissettiği bir anda ‘ Farzettin gelsin’ demişti.

Bu defa bir saat on beş dakika beklemişti. Farzettin odaya girdiğinde Uzun Kral’ı göremedi başta. Ona takılmayı çok seven efendisi şaka yapmak istemiş, perdenin arkasına saklanmıştı. Bir anten ağası olarak gözlerini dört açmayı da öğrenmişti Farzettin, hemen fark etti. Cılız bir ‘efendim’ çıktı ağzından. Bu tuhaf şakayı birden sonlandırırsa hiç olmamış sayılır düşüncesiyle sanki, yerinden çıktı Uzun Kral ve hızlı adımlarla Farzettin’e yürüdü, elini uzattı. Farzettin uzanan eli muhabbetle sıkmak ve hatta heyecanla öpmek için eğildi ama Uzun Kral kokuyu almıştı. Ooooo dedi ve birden çekti elini ve aynı çeviklikte gidip koltuğuna oturdu. Farzettin öyle eğik biçimde  kalakalmıştı, az kalsın yere düşüyordu. Uzun Kral en uzaktaki koltukları gösterdi oturması için ve sordu:

-          Farzettin, oğlum ne kullanıyorsun cildine, turp suyu mu?

Farzettin yerine oturmuştu, biraz toparlandı ve cevap verdi:

-          Ben de tam bunun için geldim efendim, çok çalıştım da biraz terledim.

-          Ne için geldin anlamadım.

-          Turp için efendim yani turbun devamı için

-          E dedik ya onu, turbun büyüğü…. diye

-          Devam etmek lazım canım efendim.

-          Nasıl?

-          Mesela şey var: “ turbun sıkısından seyreği daha iyidir”

-          Eeee!

-          Yani bunu İkram Bey’e söylerseniz, hani böyle hatır hatır ya, sıkı yani,

-          Eeeee…    Farzettin iyice terlemeye başlamıştı, işin kötüsü kendini de durduramıyordu.

-          Sizin de saçlarınız….

-          Eeeeee… Farzettin koltuğunda küçülmüş, kontrolü de kaybetmişti. Onu çok seven Uzun Kral fazla ezilip büzülmesini de istemiyordu, göndermek en iyisiydi.

-          Oğlum iyi misin sen bugün?

-          Turp gibiyim efendim.


……S  O  N……..

 

 

 

 

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
KARAKONOMİK HİKAYELER

Gayeli Hanım Veda Ediyor!   Başkanlık binası, hiç olmadığı kadar gürültülü idi.  Dedikodu alabildiğine; kedi-köpek sesinden, makine...

 
 
 
Karakonomik Hikayeler

Kuru Temizleme Gayeli hanımın kafası karışık, kızgınlığı  ses tonuna yansımış, gerginliği adeta odanın duvarlarına sinmiştir. -         ...

 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page